HU
22 Kasım Salı / 20.30
K: İlk iş, doğuma sevinip ölüme üzülmeyi kaldırırdım. Biri giriş diğeri çıkış sadece. İsteyen istediğinde oyundan çıkabilir seçeneği koyardım. Doğan bütün bebekleri ortak bir alanda toplar ve her sene başka bir anne-baba baksın kuralı getirirdim. Bağ kurmazsan nefret de edemezsin. Tüm tatlılar sıfır kalori olurdu, kabak tatlısı hariç o sebze. Para yok. Herkes takasla geçinecek. Kaçmayan çorap ve sevgili deposu yapardım. Seç beğen al. Kadını kendine hak gören erkekleri geri dönüşüme yollardım. Bir de mümkünse biri sağa biri sola bakan memelere ayar çekerdim. Çünkü bence herkes önüne bakmalı.
E: Hep sen soruyorsun, peki sen neyi değiştirirdin?
D: Hiçbir şeyi. Hepsi merkezinde, yerli yerinde ve tam da olması gerektiği gibi.
E: O ne öz güven o birader.
D: Öz güven değil, öze güven.
K: Nasıl yani? Pollyanna’ya mı bağladın sen babacığım ya.
D: İşte bunun sırrı sistemi çözmekte.
HU, hakikat üzerine bir oyun. Dışarıda kızdığın, suçladığın, beğenmediğin ne varsa, tohumunun aslında senin içinde olduğu, içindeki o noktayı aydınlatmadan dışarıyı değiştiremeyeceğini anlatıyor.
Nefret ettiğin insanı öpebilecek hale gelebilir misin? Ya kızdığın kişi aslında sen isen? Hakikat görünenin arkasında saklı olabilir mi? Her şey zıddıyla var görebiliyor musun? Birinin canı acırsa herkesin canı yanabilir mi? Mesela çişini yaparken sadece çişini yapabiliyor musun? Doğa sesini aplikasyondan mı dinliyorsun? Ah! Kendini Dünya gezegenindeki rolüne kaptırıp hakikatini unutuyorsun.. Ya buradan gittiğinde bilincin de seninle geliyorsa, buna hazır mısın?
Bir varmış bir varmış. Yok olan sen benmiş. Ölmek doğmak, doğmak ölmek demekmiş. Bu ne biçim işmiş? Konuşan tek, görünen onun suretleriymiş. Mesele kendini bilmekmiş. Yedi basamak sonra bir de bakmışsın en sevmediğini öpesin gelirmiş.